TMMOB SANAYİ KONGRESİ 2011
TMMOB SANAYİ KONGRESİ 2011 SONUÇ BİLDİRİSİ
Makina Mühendisleri Odası (MMO) Sekretaryalığında TMMOB adına düzenlenen, on sekizinci Sanayi Kongresi “Bölgesel Kalkınma Öncelikli İstihdam Odaklı Sanayileşme” temasıyla, 16-17 Aralık 2011 tarihlerinde Ankara Milli Kütüphane Konferans Salonu’nda gerçekleştirilmiştir.
Sanayi Kongreleri 1962 yılından bu yana yapılmakta ve geleneksel bir nitelik taşımaktadır. TMMOB Sanayi Kongresi 2011`e 742 kayıtlı delege katılmıştır.
Dünya ve Türkiye ekonomisinin genel değerlendirilmesinin bir çerçeve sunum olarak ortaya konulduğu açılış oturumunun ardından sanayide politikalar ve değişimler; teknoloji, enerji ve çevre, bölgesel kalkınma, alan araştırmaları özel oturumları yapılmıştır. Kongrenin ikinci günü sanayide istihdam, mühendisler ve mesleki eğitim, sanayide finansman, yabancı sermaye ve yatırımlar, günümüz sanayileşme politikası ve alternatif öneriler oturumları yapılmış; forum, tartışma ve değerlendirmelerle Kongre kapanmıştır.
Alan Araştırmaları oturumunda; istihdamı yoğun sektörler, Maden Mühendisleri Odası, Gıda Mühendisleri Odası ve Ziraat Mühendisleri Odası uzmanlarınca değerlendirilmiştir. Bu bildirilerde işçi güvenliği ve iş kazaları da ele alınarak öneriler ortaya konulmuştur. Kongre`de kriz sonrası ekonomik süreç ve sanayileşmede ortaya çıkan sorunlar, sektörel ve bölgesel eşitsiz gelişme bazında ayrıca ele alınmıştır. Sanayimiz; üretim, ihracat ve ithalat, istihdam, teknoloji ve katma değer ile finansman ve yatırımlar da yabancı sermaye olguları zemininde ayrıntılı irdelenmiştir.
İki gün boyunca oturumlarda sunulan yirmi bir bildiri, yapılan konuşmalar ile forumda dile getirilen görüşlerden hareketle hazırlanan Sonuç Bildirisi aşağıda kamuoyunun dikkatine sunulmaktadır.
Kongremiz, dünya krizinin hemen ardından, Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında emperyalizmin gelişmekte olan ülkeler üzerinde planladığı ve sahneye koyduğu sıcak çatışma ortamında ve yeni saldırıların hazırlandığı bir dönemde düzenlenmiştir. Bu bölgede kapitalizmin sınırsız kâr, hırs ve aç gözlülükle enerji kaynakları ile doğal cevher yataklarını ele geçirmek için yaptığı saldırı, yağma, talan ve zulümler, neo liberal politikalarla acımasızca sürdürülmektedir. Ayrıca AB Avro bölgesindeki ayrışma krizlerle derinleştirilmiş, Akdeniz`de Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz ve Kuzeyde İrlanda yeniden mali bunalıma sürüklenmiştir. Halkların şiddetle karşı çıktığı neo liberal politikalar, insan hakları ve temel haklar çiğnenerek baskı ve şiddetle uygulanmaya konulmuştur. Türkiye ise bölgesel ve küresel oyunların odağında krizin içine doğru itilmektedir. Ekonomik tedbir ve uygulamalar cari açığı düşürememiş, dövizin ve faizlerin değişimini önleyememiştir. Orta Vadeli Planlar ile Sanayi Strateji Belgesi böyle bir ortamın içinde devreye girmiştir. Bu bağlamda ekonomik büyüme ve sınai üretimdeki artış ithalatın trajik fırlayışı, 100 milyarı aşan dış ticaret açığı, büyüyen kamu borç stoku ile birlikte sürdürülebilir olmaktan uzaktır.
TMMOB, 2007 ve 2009 Sanayi kongrelerindeki ana temayı, bölgesel kalkınma ve istihdam odaklı sanayileşmede yoğunlaştırarak, üretken sanayi modelinde bütünleştirmiştir. Amaç sanayinin yeniden yapılanmasını gündeme getirmektir. Sanayide küresel rekabeti ön plana çıkaran yöntem, strateji ve modeller, Kalkınma Ajanslarının kurulması ve uygulamaları ile, bölgesel rekabet ve KOBİ kümelenmelerine de girmiştir. Makro düzeyde cazibe merkezleri, OSB ve KSS`lerin rekabeti, bölgelerdeki kaynakların plansız kullanımına yönelik kurumsallaşmalar, mikro düzlemde esnek üretim, yalın üretim, toplam kalite yönetimi ve benzeri yapılanmalarla sürmektedir. Bu durum, kârın azamileştirilmesi, ücretlerin düşürülmesi, istihdamın azaltılması, mühendisin işlevsiz duruma getirilmesiyle at başı gitmektedir. Sonuçta sanayide fason üretim ve taşeronlaşma yaygınlaşmaktadır.
Günümüzde bilim ve teknoloji, insanlığın daha iyi bir bugünü ve daha iyi bir gelecek için değil, daha fazla kâr için, emperyalist güçler ve çokuluslu şirketlerin rekabet güçlerini yükseltmek için kullanılmaktadır. Bu güçler arasında keskinleşen rekabet, bilim, teknoloji ve sanayi politikalarına hızla yansımaktadır. Enerji, teknoloji, ticaret, finans ve iletişim ağlarını ele geçirmek için kıyasıya bir yarış vardır. Kısaca, sanayi, tasarım, bilgi ve teknoloji üretimi birer hegemonya aracı olarak kullanılmaktadır.
Sanayide yatırım, üretim, ihracat, istihdam ve ithalatın yapısında dönüşüm sürmekte ve "dışa bağımlılık" bu yapıya damgasını vurmaktadır. Katma değeri düşük ürünlerin ihracatı, ithalatın hızlı artışı ile sürmekte ve dış ticaret açığı, dolayısıyla cari açık büyümektedir. Ülke kaynaklarına ve iş gücüne dayanmayan bir büyüme, ekonomiyi aşırı ısıtmakta, ekonomik dengeleri bozmaktadır.
2002-2011 döneminde büyüme yıllık ortalaması % 4,8 olurken istihdamda bu oran % 1,3 civarındadır. "İstihdam yaratmayan büyüme" kavramı tam da bu durumla örtüşmektedir. Sanayi istihdamı toplamdan % 19,2 pay almakta, yine bu sektörde işsizlik % 15`in üstündedir. Bu bağlamda emek verimliliği artışı söz konusu dönem için % 70`e ulaşmış, reel ücretlerde ise % 12,5 düşme yaşanmıştır.
Sanayi ihracatındaki artış hızı, ithalatın artış hızından düşük kalmış, her yıl artan ihracatta daha da büyüyen ithalat, dış ticaret açığını 2011 yılında 102 milyar dolara çıkarmıştır. Böylece cari açık rekor düzeye gelmiştir. GSMH`ye göre cari açık oranı % 10,5 ile dünya ülkelerinin en üst sırasındadır. Dışa bağımlı sanayide ham madde, ara mal ve enerji girdileri ile ithalat oranı % 72`ye çıkmıştır.
Türkiye`nin orta ve yüksek teknolojili sektörlerde Avrasya "üretim üssü olması" vizyonu benimsenirken, 2010 yılı ihracatımızda yüksek teknolojili ürünler % 3,4 pay almıştır. Ortanın üstü teknolojide ise bu oran % 31,5`tir. Lizbon hedefi % 3, Dokuzuncu Plan 2013 öngörüsü ise % 2 olarak belirtilen Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki payı, 2011 yılı için % 0,9 olarak saptanmıştır, Bu durumda Sanayi Strateji Belgesi`ndeki hedefler, içi boşaltılmış planlama anlayışını ortaya koymaktadır. Özellikle Belge`de seçilen öncelikli alt sektörler "net ithalatçı" nitelikli ürün gruplarını kapsadığından, bu hedeflere ulaşılması daha da güçleşmektedir.
Türkiye sanayinin önemli sorunlarından biri de, yatırım ve üretimde bölgelerarası eşitsiz ve dengesiz bir dağılımın var olduğu gerçeğidir. Böylece gelir dağılımı da bölgeler arasındaki gelişmişlik düzeyini alabildiğine derinleştirmektedir. İmalat sanayi yatırımlarında kamu payı % 0,9`lara inmiş, toplam yatırımlar içinde sanayinin yoğunluğu düşmüş, doğrudan yabancı sermaye yatırımları ise son on yıl ortalamasıyla yılda 1,8 milyarlardan yukarı çıkmamıştır. Bölgelerdeki yatırım eşitsizliği ise ciddi toplumsal ve ekonomik sorunların kaynağını oluşturmaktadır. Son on yılda Marmara, Ege ve İç Anadolu bölgelerinin toplam sınai yatırımlarındaki payı % 72`yi aşarken, Doğu, G. Doğu Anadolu, D. Karadeniz ve D. Akdeniz bölgelerinde bu oran % 19`lara düşmüştür. Katma değer dağılımında da durum pek farklı değildir. Marmara, Ege ve İç Anadolu 2010 yılında sanayi katma değerinin % 82`sini alırken, diğer bölgeler % 18 ile yetinmişlerdir. Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu`nun payı yalnızca % 5,5`tir.
Gerçek bir bölgesel planlama ve bölgesel kalkınma politikası yoktur. Konu Bölge Kalkınma Ajansları üzerinden uluslararası sermayeye olanak tanınmasına havale edilmiştir. Esnek yönetim ve serbest yerel dinamikler anlayışına dayandırılan "bölgesel kalkınma" yaklaşımı, kamu öncülüğündeki ulusal/merkezi–bölgesel kalkınma perspektifini dışlamaktadır.
Son yapılan gelir dağılımı araştırması, sanayileşmedeki çarpık yapının genel ekonomik tabloya yansımasını açıkça göstermektedir. En alt gelir dilimindeki 7,3 milyon kişi milli gelirden % 2,1 pay alırken (kişi başına 2.100 dolar), en üstteki gelir grubunu oluşturan 7,3 milyon kişinin payı ise % 32,2 (kişi başına 32.420 dolar) olmaktadır. En düşük gelirli % 10 ile en üst gelirli % 10 arasında 16 misli bir basamak (gelir düzeyi) farkı bulunmaktadır. Bu uçurum en alt ve en üst % 1`lik dilimler arasında çok daha fazla derinleşmektedir. Bir başka analiz ise, Türkiye`de yaklaşık 15 milyon kişinin yoksulluk sınırının altında kaldığını ortaya koymaktadır. 22 milyon kişinin dahil olduğu ücretli işçi, memur, esnaf vs. ise milli gelirin % 20,8`ini almakta ve kişi başına ortalama yıllık geliri 6.990 dolar olmaktadır. Böylece ülkemizde 44 milyon kişi (nüfusun % 60`ı) aylık ortalama 320 TL ile 1.240 TL sınırlarında bir gelir düzeyi ile yaşamaktadır. Gelir dağılımının bölgesel eşitsizliği ise daha çarpıcı, trajik ve adaletten uzak bir tablo sergilemekte ve dolayısıyla kalkınmanın ve sanayileşmenin planlanmasını zorunlu kılmaktadır.
Önümüzdeki yıl, kapitalist ülkelerin pek çoğunda görülen mali krizin ülkemizi de etkileyeceği öngörülmektedir. Siyasi ve ekonomik yaptırımlar büyük ölçüde çalışanları ve emeği ile geçinen geniş bir kesimi etkileyecek, yeni vergiler, harçlar ile dayatma ve adil olmayan sosyal uygulamalar gündeme gelecektir. Toplumsal ve ekonomik mücadele, dünyanın ve Türkiye`nin yüzeyini daha çok ısıtacaktır.
Sanayi Kongresi 2011`de açıklanan görüş, değerlendirme ve tartışmalar sonucunda oluşturulan öneriler aşağıda kamuoyuna sunulmaktadır.
• Son üç Sanayi Kongresinde ele alınıp işlenen planlama, sanayileşme ve kalkınma, istihdam odaklı ve bölgesel eşitsizliği giderecek öncelikli yapılanma ile ayrılmaz bir bütündür. Ekonominin önemli bir sektörü olan imalat sanayi, toplumsal gelişmeyi esas alan planlama yaklaşımına dayalı yüksek katma değerli bir üretim ve teknoloji politikasıyla dışa bağımlı yapıdan üretken, ülke kaynaklarına ve bölgesel kalkınmaya yönlendirilerek tanımlanmalıdır.
• Sanayi fason üretim ve taşeronlaşmayı ön plana çıkaran küresel rekabeti temel aldığı sürece, dışarıya bağımlı ithalat girdileri ve düşük katma değerli ihracat ile cari açık artmaya ve kamu borç stoku büyümeye devam edecektir. Sanayi Kongrelerimizin benimseyerek önerdiği istihdam odaklı ve bölgesel kalkınma öncelikli planlama yaklaşımı ise, çalışanların gelir dağılımını düzeltecek, işsizliği ortadan kaldıracak, ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmeyi sağlayarak refahı kitlesel olarak yayacak ilke ve araçları kapsamaktadır. Yatırımlar da bu esaslar çerçevesinde ülke sathına yayılacaktır.
• Sanayi katma değerini artırmanın yöntemi; tasarım, Ar-Ge ve inovasyona yönelik harcamaların öncelikli sektörlerde yoğunlaştırılarak, yerli kaynaklara, nitelikli iş gücüne ve mühendislik alt yapısına dayandırılan bir planlamanın yapılmasıdır. Burada kamu yararı benimsenmeli, bilim ve teknoloji kurumları ile üniversiteler bağımsızlaştırılmalıdır. Siyasi erk güdümündeki bu kurumlar gerekli gelişmeyi sağlayacak iradeyi gerçekleştiremezler.
• Sanayide üretimin Organize Sanayi Bölgeleri, Küçük Sanayi Sitelerinde yaygınlaştırılması, teknopark ve Ar-Ge projelerinin teknolojiyi ve katma değeri artıracak ürün ve üretim süreçlerine yöneltilmesi zorunludur. KOBİ`lerin kriz sonrası hasarlarını onaracak teknik ve mali destekler ile krediler yaygınlaştırılmalıdır. Aynı zamanda kayıt dışı üretimi önleyecek "rasyonel bir işletme yapısı ve ölçek" ile sanayi işgücünün ekonomik güvenlik ve sağlık önlemlerini de kapsayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Uzun süreden beri yapılmayan sanayi envanteri çıkarılmalı ve sistematik bir veri tabanı ile güncelleştirilmelidir.
• Türkiye`de üretim ve yatırımlardaki büyüme oranları ile istihdamdaki artışlar önemli bir çelişki yaratmaktadır. Sınai üretim artışları, azalan işgücünün daha fazla çalıştırılması ve verimliliğin büyümesi ile sağlanmaktadır. 2002 yılından bu yana yıllık ortalama büyüme oranı % 4,8 olurken istihdam artışı % 1,3`te kalmıştır. Keza 2002-2010 arasında reel sabit sermaye yatırımları yılda ortalama % 17,2 oranında artarken istihdam yalnızca % 1,3 oranında büyümüştür. Bu durum "istihdamsız büyüme" olgusunu ortaya koymaktadır. Kadın istihdamı ise 1950`lerde % 50 iken bu gün % 20`nin altına inmiştir. Türkiye bu konuda dünyada en alttaki yedi ülke arasındadır. Çalışma süreleri en uzun olan ülkelerin başında Türkiye gelmektedir (mesaili 53.7 saat). Bu süreler düşürülmeli, mesai yerine istihdam artırılması, iş güvenliği ve işçi sağlığı önlemleri denetlenmelidir.
• Türkiye`de günde 220 iş kazası olmakta ve üç işçi ölmektedir. Ölümlü iş kazalarında Türkiye Avrupa`da birinci, dünyada üçüncü sıradadır. Bugünkü sanayi düzeninde hem reel ücretler düşmekte hem de uzun iş şartları ve kısa izin süreleri ile çalışanlar yoğun bir sömürü ve ağır koşullarda çalışmaktadır. İşyerleri güvensiz ve çalışanlar sağlıksızdır. Ayrıca işsizlik sanayi de % 15, genç nüfusta % 25`tir. Sanayinin planlanması bu açıdan da önem taşımaktadır.
• İşgücünün niteliğini artıracak meslek okulları, planlamaya koşut olarak yeniden yapılandırılmalı, kurslar, seminerler ve programları ile öncelikle bölgesel kalkınmaya yönelik yatırımlara nitelikli işgücü ve yerel kaynaklara göre hız verilmelidir. Kalkınma Ajanslarının devreye girmesiyle "küresel rekabete" göre kullanılan fonlar, önerdiğimiz planlar çerçevesinde öncelikler ve hedeflere yönlendirilmelidir.
• Üretim süreçlerinde mutlaka gerekli olan insan emeğini değersizleştiren üretim ve sanayi politikalarını önleyici tedbirler ile kamusal merkezi bir planlama ve denetim gerekmektedir. Emeği, mühendisliği, bilimi, tekniği, sanayileşmeyi toplumsal refah amacına doğru yönlendirmek gereklidir. Kapitalizmin azami kâr hırsı uğruna her krizde yıkıma uğratılan üretici güçler ve insan potansiyelini gözden çıkarma yönelimine karşı durmalıyız. Unutmamalıyız ki emeğin varoluşu insanın varoluşudur. Bu varoluş biçimi korunmalı, insanca kılınmalı ve geliştirilerek geleceğe aktarılmalıdır.
• Emperyalizmden bağımsız siyasi bir iradeye; planlama, sanayileşme ve kalkınmada halkçı, toplumcu bir yaklaşım ve modele gereksinim bulunmaktadır. Bu yönde Türkiye`nin önünde tek seçenek bulunmaktadır. Bütün dış ilişkilerini gözden geçirerek, bağımsızlığı benimsemek; planlı bir kalkınma ve istihdam odaklı sanayileşmeden, etkin ve yatırım kararları ile bütünleşmiş, mühendisten, bilim, Ar-Ge ve teknolojik gelişmeden yana, kendi kaynak ve-birikimlerine dayalı bir ülke ve ekonomi yaratmak pekâlâ olanaklıdır.
Kamu yararına planlama, istihdam odaklı, öncelikli sektörlerde bölgesel kalkınmaya yönelik sanayileşmenin gerçekleşebilmesi, demokrasinin ilke ve kurumlarıyla egemen olduğu, insan hakları ve özgürlüklerin uygulandığı, toplumsal barışın sağlandığı bir ortamın oluşturulması ile olanaklıdır. Demokrasi ve kalkınmanın bütünleşik ve birbirini geliştiren olgular olarak var olduğu bilinmelidir.
Bizler mimar, mühendis ve şehir plancıları olarak, üreterek büyüyen ve paylaşarak gelişen bir ülke içinde yaşamak istiyor ve bunun için mücadele ediyoruz.
TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ